Adımız gibi adımımız da Akif gibi olmalı
Adı gibi, inandığı davada sebatkârdı. Bildiği doğrudan kesseniz vazgeçmezdi. İnandıklarını dobra dobra söylemekten çekinmezdi. Dert, yüreğinde yangınlara neden oluyordu. Yaşadığı dönem itibarıyla çevresinde üç-beş insan dışında kimseyi bulamamıştı. Onun için ufkunu geleceğe dikip, hazineler değerinde eserler bırakmıştı. Hayatı bir numuneydi belki. İnsan olmanın tüm meziyetlerini göstermişti. Dostlarına yakın olmak için evini taşıyan, verdiği sözü tutmak için sırılsıklam ıslansa da onca yoldan gelen, dostunun çocuklarına evinin kapılarını açıp babalık yapan, yetiştiren de O’ydu. Evet Mehmet Akif Ersoy’dan bahsediyoruz…
İstiklal Marşı’nın şairi olmasaydı bugünün gençlerinin çoğu onu tanımıyor olacaktı belki de. Tarih kitaplarının arasında unutulmaya yüz tutmuş bir şair olarak kalacaktı. Belki Akif’i sadece bir şair olarak tanıtmak, onu anlamamak demektir. Çünkü Mehmet Akif, şair olmanın yanında imanı, vatanseverliği, doğruluğu, sevgisi, fedakârlığı, sadakati, kabına sığmayan karakteri ve yaşadığı çağı aşan ufkuyla vardır.
Mehmet Akif, her bir mısrasının yankılarını yüreğimizin derinliklerinde duymamız gereken bir isimdir. Ama bu hissiyat soğuk bir istiklal Marşı terennümünden öteye geçmeyen bir vasfa dönüşmüşse, kalbimiz bu sıcaklığa “gel” dememişse ne Akif’i anlayabiliriz, ne de anlatmak istediklerini…
Akif gibi inanmak, teslim olmak ve sebâtkâr olmak isteyip istemediğimizi sormalıyız kendimize. Hayatımızın hangi saatleri Akifçe bir adımı hatırlatıyor? Adımız gibi adımımız da Akif gibi olmalı. Yürekten inanıp, kalbimizden konuşabilmeliyiz. Akif’in kalbini bağladığı yere biz de bağlanmayı arzulayıp, aynı frekansta, O’nun duygularını gönderdiği boyuta biz de duygularımızı ulaştırabilmeliyiz. Kim bilir belki, manevi anlamda Mehmet Akif’in dualarının, yakarışlarının ve dizelerinin uçuştuğu bir yerlerden biz de nasibimizi alırız.
İstiklal Marşı’nın şairi olmasaydı bugünün gençlerinin çoğu onu tanımıyor olacaktı belki de. Tarih kitaplarının arasında unutulmaya yüz tutmuş bir şair olarak kalacaktı. Belki Akif’i sadece bir şair olarak tanıtmak, onu anlamamak demektir. Çünkü Mehmet Akif, şair olmanın yanında imanı, vatanseverliği, doğruluğu, sevgisi, fedakârlığı, sadakati, kabına sığmayan karakteri ve yaşadığı çağı aşan ufkuyla vardır.
Mehmet Akif, her bir mısrasının yankılarını yüreğimizin derinliklerinde duymamız gereken bir isimdir. Ama bu hissiyat soğuk bir istiklal Marşı terennümünden öteye geçmeyen bir vasfa dönüşmüşse, kalbimiz bu sıcaklığa “gel” dememişse ne Akif’i anlayabiliriz, ne de anlatmak istediklerini…
Akif gibi inanmak, teslim olmak ve sebâtkâr olmak isteyip istemediğimizi sormalıyız kendimize. Hayatımızın hangi saatleri Akifçe bir adımı hatırlatıyor? Adımız gibi adımımız da Akif gibi olmalı. Yürekten inanıp, kalbimizden konuşabilmeliyiz. Akif’in kalbini bağladığı yere biz de bağlanmayı arzulayıp, aynı frekansta, O’nun duygularını gönderdiği boyuta biz de duygularımızı ulaştırabilmeliyiz. Kim bilir belki, manevi anlamda Mehmet Akif’in dualarının, yakarışlarının ve dizelerinin uçuştuğu bir yerlerden biz de nasibimizi alırız.